Orhan Pamuk’tan çok satan yazar Arif Pamuk


Türkiye’de, 1970 yılında basılan ilk şifalı bitkiler kitabı yine onun eseri.
Hayatımızın her döneminde kitaplarına başvurduğumuz bir isim Arif Pamuk. Neredeyse her evde, her camide ya da Kur’an kurslarında onun bir eserine rastlamak mümkün. Çocukken elimize aldığımız ilk Elifba’lar da, daraldığımızda bize huzur veren dua kitapları da onun. Yasin, Tebârake ve Amme surelerinin bulunduğu cüzleri, birçok soruya cevap veren fıkıh eserleri, saymakla bitiremeyeceğimiz yüzlerce kitabı var. Sadece dinî alanda değil, şifalıbitkiler konusunda da uzman bir isim. Bu nedenle olsa gerek, bu alanda yazılan kitapların yüzde doksanında Pamuk’un eserlerinden alıntılar var. Sadece alıntılanmıyor, yayınladığı 100′e yakın kitabı 40 yılda yüzbinlerce sattı, satmaya da devam ediyor. Peki, farkında olmasak da bu kadar hayatımızın içinde olan Arif Pamuk kim? Şimdi neler yapıyor, nasıl bir hayat yaşıyor?



Arif Hoca’nın devamlı okuyarak, notlar alarak ve tabiî ki yazarak sürdürdüğü bir hayatı var. Vaktinin çoğunu 1969′da kurduğu Pamuk Yayınevi’nde ve Hırka-ı Şerif Camii’nin arkasındaki evinin kütüphanesinde geçiriyor. Gece gündüz demeden sürekli okuyor, okuyor ve “Kitaplar benim her şeyim. Bir kez daha dünyaya gelsem yine okumaya devam ederim.” diyor. Ancak ilgisi eski eserlere. Yeni kitapları –kendi kitapları da dâhil- okuyamadığını söylüyor. Nedenini ise şöyle açıklıyor: “Eski eserlerin sayfalarını açar açmaz neden bahsettiği anlayabilirsiniz. Fakat yeni kitaplarda konuyu anlamak için en az birkaç paragraf okumak gerekiyor. Bir sayfada ne yazdığını hemen anlamak istiyorum. O yüzden yenileri okuyamıyorum.”


Kitaplara merakı 8 yaşında başlıyor

Kütüphanesinde bulunan bin yıllık kitaplar ve Arapça, Farsça, eski Türkçe ve Latince el yazması eserler Pamuk’un en kıymetlileri. Onlara hayranlıkla bakarken, şu cümleler dökülüyor dilinden: “Aslında kitaplara ayrı bir daire alacaksın. Sonra kitaplarla yatıp kalkacaksın. Yastık olarak kitabı kullanacaksın. Hiçbir zaman kitap elinden düşmeyecek. ‘En hayırlı, en güzel şey nedir?’ diye soranlara hiç tereddüt etmeden ‘Kitaptır.’ diyeceksin.”


1942 yılında Giresun’un Yükselen Köyü’nde doğan Pamuk’un kitaplara merakı 8 yaşında, İstanbul’a ağabeyinin yanına gelmesiyle başlıyor. Ağabeyi Ali Pamuk, o dönemler Beykoz’da din görevlisi. Arif Hoca, İstanbul’a geldikten sonra ağabeyinin yönlendirmesiyle Fatih’te Medineli Hacı Osman Efendi’nin yanında ders almaya başlıyor. Hafız olmak için çaba sarf ettiği o yıllarda Hacı Osman Efendi’ye hastalar geliyor, o da çeşitli reçeteler yazıyor. Arif Hoca’nınşifalı bitkilere merakı bu dersler sırasında başlıyor. Onun ilgisini fark eden hocası bir gün genç Pamuk’u yanına çağırıyor ve tıpla ilgili bütün kitaplarını hediye ediyor.



Kitapçılar kapısını kırmış

Hacı Osman Efendi’nin vefatından sonra Arif Hoca’nın yazı hayatı başlıyor. Ancak o dönem şifalı bitkiler ile ilgili bir kütüphane görevlisinin yazdığı 10 formalık küçük bir eserden başka kitap yok. Arif hoca, onlarca Arapça, Osmanlıca ve Farsça kitap tarıyor. İbn-i Sina, İbn Vahşiyye gibi birçok üstadın eserlerini inceliyor. Uzun bir araştırma sürecinden sonra, şifalı bitkilerin ‘kocakarı ilacı’ kabul edildiği 1970 yılında ‘Şifalı Bitkiler ve Emraz’ isimli ilk kitabını hazırlıyor ancak basımı için din görevlisi olarak işe başlamayı bekliyor. Çünkü kitaplar satılmazsa matbaanın ve yayınevinin hakkını ödeyemeyeceğinden korkuyor. Ancak korktuğunun aksine 1 ay içinde bütün kitapları (5 bin adet) satılıyor. Öyle ki memlekete izne gittiği sırada Arif Hoca’ya ulaşamayan kitapçılar, evinin kapısını kırarak kitapların tamamını alıyor.

İşte böyle başlayan bir yazı hayatının ardından Hafız Arif Hoca; dinî, tasavvufî, fıkhî alanda birçok esere imza atıyor. Şifalı bitkiler konusunda 15, dinî konularda yüze yakın kitabı olmasına rağmen yeni basılacak kitaplarını, ‘bir çocuğu doğacakmış’ gibi beklediğini söylüyor. Ancak onu çok üzen bir konu var: Eserlerinin korsan basılması ve kaynak gösterilmeden alıntı yapılması. Pamuk, “Sadeceşifalı bitkiler konusunda bile 10 bin sayfa kitap yazabilirdim. Ama beni küstürdüler.” diyor.

Hocanın dünyanın 4 bir yanından ziyaretçisi var. Kitaplarından İslam’ı öğrenen de, hastalığına şifa bulan da ‘Allah razı olsun.’ demek için kapısını aşındırıyor. Aralarında başhekimler de var, eczacılık fakültesi dekanları da, hükümlüler de… Kimi gırtlağı kesilmek üzereyken, kitabında yer alan bir terkibi okuyarak iyileşmiş, kimi modern tıbbın çare bulamadığı hastalığına deva bulmuş

Hapishaneden gelen mektuplar

Arif Hoca’nın röportaj boyu üzerine basarak söylediği bir cümle vardı: “Bir kişinin imanına vesile olursak, bütün beşeriyeti kurtarmış gibi sevaba nail oluruz.” O, hayat boyu bu amaç için uğraşmış. Cezaevlerine, içinde dualar, veda hutbesi ve hadislerin bulunduğu ücretsiz Yasin-i Şerif’ler göndermiş. Şimdi evinde hapishanelerden gelen onlarca mektup var. İşte o mektuplardan göz yaşartan birkaç satır: “Ben 4 senedir uyuşturucu denen illeti kullanıyordum. Şu an cezaevindeyim. Kitaplarınızı okudukça öğrendim ki şu ana kadar hep boş yaşamışım. Şimdi ben de buradaki arkadaşlarım da sizin kitaplarınız sayesinde namaza başladık.”

Kağnak : Zaman Gazetesi

Yorum Gönder

0 Yorumlar
* Please Don't Spam Here. All the Comments are Reviewed by Admin.

Pembayaran & Pengiriman